Yunus Türkölmez, “Kastamonulu Mülazim-İ Sani Süleymanın Esaret Anıları” başlıklı makalesini okurlarına sundu.
NTV Tarih Dergisinin 2012 yılı Ekim ayında yayınlanan 45.sayısında yayınlanan bir yazı dikkatimi çekmiş ve 2019 yılında yazılarımı yayınladığım bir yerel gazetede ve sosyal medyamda bunu haber yapmıştım. Haberde Kastamonulu olduğu sanılan bir teğmenin esaret altındaki anıları aktarılıyordu.
Tarihçi Nejdet Sakaoğlu’nun anlatımına göre bu anı defteri 2 Temmuz 1990 tarihinde Kastamonu'da eski eşyalar satan Pala Hasan'dan satın alınmıştı. Teğmenin nereli olduğuna dair bir kayıt olmamasına rağmen Kastamonu’da satın alındığı için oralı olduğu ön kabulüyle bu yazı kaleme alınmıştır. Ben de konuyu Taşköprü Postasında da sizlerle paylaşmak istedim.
İşte Mülazım (Teğmen) Süleyman'ın anılarını yazdığı defterinden dile gelenler.
Defterin ilk sayfasına Yunan askeri ile muharebeye başladıkları Teşrinievvel 1328 (Ekim 1912) tarihini, ikinci sayfasına ise Selanik’te esir düştüğü tarih olan 26 Teşrinievvel 1328 (8 Kasım 1912) notunu düşmüş.
"ASKERLİKTE GÖRDÜĞÜM HAL" başlığı altında anlattıkları ise son derece dikkat çekici.
27 Mayıs 1899'da “silk-i celil-i askeriye” katılmasından (askere alınışı) başlayarak Balkan Savaşlarından önceki askeri yaşamını şöyle anlatmaktadır. Sırasıyla yazıcı çavuşluğu, ardından alay yazıcılığı yaptığını, daha sonra da sınavla süvari mülazim-i sani, yani teğmeni olduğunu yazar.
İnebolu'da Takım Zabitliği yaptığını, daha sonra da İstanbul’a gittiğini ve ardından da Balkan Savaşları esnasında mağlubiyeti nasıl yaşadıklarını ve tutsaklığını anlatmış.
Balkan domuzları
“Umum Balkan domuzlarının ittifak ederek üzerimize hücuma hazırlanmaları nedeniyle 14 Eylül 1912’de Seferberlik ilan edildi.
19 Ekim 1912'de Yunan muharebe-i zâlimânesi baş gösterdi. O gün Alasonya’nın şimal sırtında toplar patladı. İki gün sonra Demirkapı’da bizim 21 topu gasp etti. Yunan ordusu Serfiçe üzerinden Kozana’yı işgal etmek üzere İnece-kara nehrine kadar indi.”
(Alasonya: Osmanlı döneminde Manastır Vilayetinin Serfiçe sancağına bağlı bir kaza idi. Kozana: Osmanlı döneminde de Batı Makedonya’nın önemli bir yerleşimidir. Batı bölgesi ile Selanik’i birbirine bağlayan ana yol güzergahı üzerindedir.)
Ah ah ne elem ve ne keder!
“Kozana’ya elveda diyerek bir yatak bir yorgan, daha bazı eşyalar alamadan kaçtık. Yollarda tesadüf ettiğimiz muhacirlere Allah acısın ve bir daha böyle kederli günler göstermesin.”
Gelin gerisini defterden okumaya devam edelim.
Asker kaçıp gidiyordu
“Gece saat (alaturka saatle) yedi olmuştu. Topçuların sağına çadırımızı kurduk. Geceyi geçirirken bir komutan acele olarak; 'Düşman geldi, bizim piyadeler kaçtı, ne duruyorsunuz hemen arabaları koşun ve kaçın' diyerek bizi helecana uğrattı.
Üçüncü gün muharebe başladı. Top sesleri fasılasız işitiliyordu. Saat beşte ricat emri verildi. Hasan Tahsin Paşa yanımızda, elinde bir parça ekmek yiyordu. Bizim taburların nerede olduğunu sordu. Taburların maneviyatı bozulmuş, muntazam bir halleri yoktu. Askerlerin çoğu tüfeğini omzuna almış kaçıp gidiyordu.”
Selanik’i Yunan’a teslim ettiler; ordu da teslim oldu!
“Anadolu'dan külliyetli asker gelmiş ama üzerlerinde elbiseye ve harbe müteallik tüfek, cephane bir şey yoktu. Silah kullanmayı da bilmiyorlardı.
Çadırımıza gelen topçu mülazımı Ahmed Efendi ne söylerse iyi? 'Selanik’i Yunan’a teslim ettiler; ordu da teslim oldu’ dedi. İşte o anda ne mükedder (acılı/üzgün) bulunduğumuzu tarif etmek kabil değildir.
22.Fırka Kumandanı Tevfik Paşa'nın emri üzerine tüfek ve cephanelerimizi Yunan tarafından memur zabite teslim ettik. Böyle bir gün ve bir saati Cenab-ı Allah bir daha göstermesin…
Selanik'te Yunan Süvarileri dolaşmakta, Rum ahali nümayişler (gösteriler) yapmakta ve onları kabul etmekteydi. Şehirde silahlar patlatmakta idiler. Biz de içimizden ah u figan ediyorduk. Böyle bir mağlubiyet tarihlerde görülmemiş ve okunmamıştır.”
Eşya ve paralarımızın gaspı
“Yunan askerleri, mahiyetimizdeki askerin üzerini aramak bahanesiyle paralarını, saatlerini ve eşyalarını gasp eylemeğe başladılar. Miri eşyayı (devlete ait) bir takım başıbozuk Hıristiyanlar cebri surette yedimizden almağa teşebbüs ettiler.
Biz biçâreler de ne yapalım silahımız yok, kadınlar gibi kaçmaktan başka elimizden bir şey gelmiyordu. Yunan askeri geçtikten sonra bu sefer de Bulgar ve Avusturya (Sırp) askerleri müdahaleye başladılar.
Velhasıl Alatini Köşkü’ne* kadar hayvanatın bir kısmını, efradın paralarını ve eşyalarını yağma ettiler. Bizden de aldılarsa da efrat kadar soyulmadık.”
Turko Turko topis kopisi
“Rivayet o ki bizi Pire'ye götürüyorlarmış. Gece vapurda yattık. Sabahleyin eşyalarımızı almaya güverteye çıkardılar. Bir de ne bakarsın? Sandıklar kırılmış, bavullar kesilmiş, eşyalar yağma olmuş.
Çatana yanaştı. Eşyalarımızı aldık. Çatanaya binip Şimendifer İstasyonu yanında indik. Etrafımız Yunan askeri ile sarılı idi. Her vagonda tüfeğine süngü takmış üç Yunan askeri var. Öndeki makinede bir borazan neferi ara ara boru çalıyor.
İstasyonlara varılacağı zaman boruyu ziyade (daha güçlü) çalıyordu ki ahali bizi görsün dü. Ahali de bize 'Türko Türko topis kopisi’ diyordu. Türkleri görmeye gelen ahali, bunlar nasıl insan diyerek resmimizi alırcasına bakmışlardır."
(Çatana: Filika büyüklüğünde, buhar makinesiyle çalışan küçük tekne, istimbot)

Kaynak: Nejdet Sakaaoğlu. "Bir Savaş Tutsağının Gizli Kalmış Anıları. Teğmen Süleyman Efendi". NTV TARİH Dergisi. Sayı 45. Tarih. Ekim 2012. Sayfa 45.
Okurken sizleri nasıl etkiledi bilemiyorum ama beni derinden etkiledi. Kurtuluş Savaşında İngilizleri destekleyenleri, "Keşke Yunan Kazansaydı" diyen sahte tarihçileri rehber alanları belki hiç etkilemeyecektir ama bunlar da acı gerçekler işte.
*Alatini Köşkü: Abdülhamit'in tahttan indirildikten sonra sürgüne gönderildiği Selanik'te, 1909 yılından 1912 yılına yani kentin Yunanlılara tesliminden hemen öncesine kadar yaşadığı köşktür.
