Yunus Türkölmez, "İzmir’den - Mudanya’ya, Mudany’adan - Lozan’a… Mudanya’da Yaşananlar 1" başlıklı yazısı okuyucularına sundu.
Savaştığımız, yendiğimiz ordu Yunanlılar, ama Mudanya’da bizim karşımızda masaya oturanlar müttefikleri olan devletler idi. Görünen o ki, müttefikler için en mühim mesele Boğazlar Meselesiydi.
Yunanlılar Anadolu’nun her tarafında tahliye olunmuştu. Şimdi ise biz Trakya’nın da tahliyesini istiyorduk. İstanbul ve Boğazlar Mıntıkasında, İngiliz, Fransız ve İtalyanlar var. Müttefikleri de askeri sahada yenmiş vaziyette olsaydık, onların da bulundukları yerlerden derhal çıkmasını şart koşacaktık. Ancak bunu mütareke esnasında alınacak neticeye bağlıyor ve ona göre davranmayı düşünüyorduk.
Nihayet 3 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Konferansı açıldı. Yunanlılar konferansa iştirak etmemişlerdi ama belki çağrılırlar diye hemen Mudanya açıklarında bir Yunan gemisinde heyetlerini hazır tutuyorlardı. Bu heyette General Mozarakis ile Albay Sarıyanis’ten kurulu bir heyetleri varmış.
Ben mütareke heyetine Yunan Heyeti nerede diye sordum. Onlar da “yoktur, gelmediler” diye cevap verdiler. O halde biz bir neticeye varalım, onlarda bunu kabul etmeye mecbur kalacaklardır dedim. Kimse itiraz etmedi. Bu süre içerisinde de Yunanlılar gemilerinden dışarı çıkmadılar.
Konferansta İngiltere’yi General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Mombelli temsil ediyordu. Müttefik Generallerin herbiri İstanbul’dan kendi donanmalarına ait harp gemileri ile gelmişlerdi.
Kendilerini müzakerelerin yapılacağı binada karşıladım. Şimdi bir mesele vardı. O da bu konferansa kim riyaset (başkanlık) edecekti? Ben hemen ev sahibi olarak derhal idare ediyor vaziyeti aldım. Önce General Harrington, sonra diğerleri kendilerini takdim ettiler.
Böylece hepsiyle tanıştıktan sonra kendilerine ayrılan yerleri gösterdim. İngiliz Generalini sağıma, Fransız Generali soluma, İtalyan generali de tam karşıma oturttum. Başta Harrington olmak üzere diğerleri de bu oturma planından biraz rahatsız olmuşlardı. Bu rahatsızlığını biraz olsun gidermek için Harrington sağına ve soluna kendi kurmaylarından ikisini alıp oturttu. Böylece kendisine ayrı bir grup havası vermek istiyordu.
Görüşmeler Başlıyor:
Konferansa ben başkanlık ediyordum. Müttefikler adına ise müzakereyi General Harrington idare ediyordu. Bunlar İstanbul’da beraber çalışırlarken onun amir pozisyonunu belirlemişlerdi. Gerçekte ise zaten kabiliyeti itibarıyla da amir durumundaydı. Öbür generallerde değerli bir duruş sergiliyorlardı ama İtalyan General daha yaşlı ve sakince, Fransız General ise daha genç ve biraz asabiydi.
General Harrington İngilizce konuşuyor, Kurmay Başkanı olan Albay Heywood ise onu anında Fransızcaya çeviriyordu ki zaten konferansın ortak dili de Fransızca oluyordu böylece.
Öte yandan resmi bir sıfatı olamamakla beraber daha önce müttefikler adına bizimle görüşmek için İzmir’e gelen Franklin Bouillon da Mudanya’ya gelmişti. O da müşahit ya da gözlemci sıfatıyla salonun bir köşesinden müzakereleri izliyordu.
Müzakereler boyunca herhangi bir konuda karar alınacağı zaman müttefik heyetlerin her biri kendi hükümetlerine sorup ona göre bir talimat almaları gerektiğini söylüyorlardı.
İzmir’de daha önce Fransızlarla kurulan temas nedeniyle Fransız General Charpy ile ilişkilerimiz daha pozitif görünse de müzakereler esnasında arkadaşlarından ayrılmıyordu.
İtalyan General Mombelli ise umumi olarak bana müşkülat çıkarmadı. Trakya’nın tahliyesi vb. birçok konuda tavrıyla bize daha yakın gibi duruyordu. Ben mücadeleyi asıl olarak İngiliz General Harrington ile yapıyordum ki, zaten heyet adına müzakereyi yürüten de oydu. Ama devletinin vaziyeti ve aldığı talimatlar nedeniyle bize en uzak olan generaldi.
Bununla birlikte General Harrington’un mahiyetindeki bütün Erkanı Harbiyesi ise her fırsatta bana, “Buraya sulh yapmaya geldiklerini ve başka bir şey düşünmediklerini” söyleyerek beni buna inandırmaya çalışıyorlardı. Bunun nedeni de biz, “İngilizlerin hiçbir hallerine inanmayan bir hali” içerisindeydik.
“Mudanya mütarekesine bu ruh hali içerisinde girdik ve Konferans bitene kadar da aynı durumumuzu koruduk.”
Bizimle olan meselelerde İngiliz Hükümeti ile İngiliz genelkurmayı arasında hep bir ihtilaf, hep bir görüş ayrılığı varmış aslında. Önceleri bunu bilmiyorduk. İngiltere heyetinin erkanıharbiye reisi bütün samimiyetini takınarak “inanın bize, sulh yapmak istiyoruz” demesi boşuna değilmiş. Tercümanları Albay Heywood ile de münasebetim iyiydi. Çünkü benimle en çok temas kuran oydu.
Doğal olarak bu heyet müzakere esnasında kendi hükümetlerinin politikalarını takip ediyordu. Bütün temaslarımda, İngiltere Başbakanı Loyd George’un sonuna kadar Yunan davasını ve tarafını tuttuğunu, dahası onları Anadolu’da bir imparatorluk kumaya çalıştığını biliyor ve görüyordum.
İstanbul’daki askeri komutanlık kademesinin başbakanları gibi düşünmediğini hissediyorduk. Zaten kısa bir süre sonra öğrendik ki, biz askerlerimize Çanakkale üzerine yürüme emri verdiğimizde, askerlerimiz yürüyüşe geçtiğinde, “Türklere bu askeri harekatlarını durdurmaları için bir ültimatom verilmesini, eğer durmazlarsa üzerlerine ateş açılması” emri verilmiş. Ama General Harrington bu emri 24 saat ertelemiş ve teni bir cephe açılmasına meydan vermemiş.
Ben Mudanya Mütarekeleri esnasında da böyle bir askeri harekata geçecekleri konusunda herhangi bir delil görmedim. Mudanya Konferansında edindiğim imalar böyle. Ama müzakereler bittikten sonra General Harrington ile vedalaşmamız çok samimi oldu. Ben de Lozan’a giderken İstanbul’da onu ziyaret ettim.
Bana “İstanbul’u istiyorsunuz ama İstanbul’un idaresi çok güçtür” dedi. Güldüm ve “Aman generalim, bu bizim memleketimiz, bunun nasıl idare edileceğini elbette biz biliriz” dedim. Aramızda böyle bir konuşma geçti.
(Devam edecek)
*Bu yazı üç bölüm halinde Mudanya Mütarekesinin 103. Yılı anısına hazırlanmıştır.
Kaynak: İsmet İnönü’nün Hatıraları. Lozan Antlaşması 1. Cumhuriyet Gazetesi Yayını. İstanbul 1998. Sayfa: 29-33.