Halime Özdemir, "Sizin Dininiz Ne?" başlıklı makalesini okuyucularına sundu.
Din, “itaat, ibadet, ceza, karşılık” anlamlarına gelmekte olup Allah’ın peygamberlerine vahyettiği yükümlülükler bütünüdür. Dolayısıyla din, insanın dünyada yerine getirmek zorunda olduğu ve ahirette de sorumlu olduğu her şeyi kapsar. Bundan dolayı emir ve yasakların birini diğerinden ayırma imkanımız ve hakkımız yoktur. Din, insanın fıtratında var olduğu için doğuştan gelen o fıtratın hakkını yerine getirmeyi esas alır. Başka bir ifade ile bir fıtratı bozmak veya değiştirmek yani dini yok saymak veya görmezden gelmek, insanın dünyada kendisine yaptığı en büyük eziyet ve haksızlıktır.
Allah Teala, ilk insanla birlikte dini var etmiştir. İnsanın insanî melekelerini devam ettirmesi için sürekli olarak peygamberler göndermiş ve onlar aracılığıyla yükümlülükler ve sorumluluklar bildirmiştir. Yani din, hayatta hep var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Nasibi olan veya kendisini nasipliler kervanına aldırmak isteyen, dinden uzak kalmaz. Kaldığı takdirde buhranlı bir ömür sürerek hayat serüvenini bitirip ahirette de onun hesabını verecektir.
Ademinoğulları, son yüzyılda din konusunda adeta kendilerini şâri yerine -haşa- koymaya başladı. Dini konularda dahi “bana göre” diye başlayan cümleler bütününde istediklerini istedikleri gibi yapıp istemediklerini de yapmama haklarını kendilerinde görmeye meyilli hale geldiler ve her yeni günde muhakkak dinde olmayan pek çok şeyi ortaya çıkararak adeta kendi dinlerini icat etmeye başladılar. Oysa Hz. Peygamber’in din konusundaki şu sözleri, bu çabanın (!) ne kadar da gereksiz olduğunu göstermekte görmek isteyen için. “Şüphesiz Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir. Dikkat edin, Allah uyulması gereken sorumlulukları belirlemiş, kanunlarını bir bir ortaya koymuş, hadleri ve sınırları tayin etmiş, helâl ve haram olanları belirleyerek dini ortaya koymuştur. O, dini kolay, müsamahalı ve genişliklerle dolu bir din olarak vazederken, onu asla daraltmamıştır.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XI, 170) Buna rağmen insan, ne kadar da haddini bilmeyerek davranışta ve sözde bulunuyor farkında bile değil. Din, hâlihazırda mevcuttur ve insana düşen de sadece ona tabi olmaktır.
Bu kadar görünür olunan şu dönemin en belirgin vasfı, samimiyetten mahrum bir hayat sürülmesidir. Oysaki dini tanımlayan şu iki kelimelik hadis ne kadar da manidardır düşünmesini bilen için. Din, Hz. Peygamber (sav)’in dilinden şöyle tanımlıyor: “Din, samimiyettir.” (Müslim, İman, 95) Ve bu samimiyet, Allah’a, kitabına, peygamberine ve bütün Müslümanlara olacak şekilde izah edilmiştir. O halde gerçekten müslümanlar bütün Müslümanlara karşı ama önce kendilerine karşı samimi mi yoksa ikiyüzlü mü? Konuşmalar, gülmeler, sözler, davranışlar, işler güçler, hayatın her anı kısaca sizi siz yapan her şeyde ve her yerde gerçekten samimi misiniz? Yani kalbiniz ile diliniz bir mi? Eğer samimi değilseniz dininizi ve dindarlığınızı nasıl tanımlarsınız?
Göstermelik hayatlar yaşanılan çağda sahte olan her şey, insanın samimiyetten yoksunluk halini gözler önüne sererken bir anlamda dinin yaşanmadığının bir göstergesi olarak da kabul edilebilir mi? Şu çağda asıl sorgulamamız gereken, insanların samimiyetsiz oluşu mu yoksa samimiyetten uzak oldukları için dinden mahrum kalışları mıdır? Sorgulamamız gereken bana göre ikinci şıktır. Kaç tane yüzü olan çok katlı insanların samimi olup olmadıkları, bu çağda dini açıdan insana dair dikkate değer bir mevzudur Siz sevgili insan! Tavır, davranış ve sözlerinizde samimi olup olmadığınızı aynanın karşısına geçip de kendinizi sorguluyor musunuz? Ve bu şekilde “ben dinin samimiyet emrini yerine getiriyor muyum?” diyerek kendinizi hesaba çekiyor musunuz? Sizin dininizin içeriği tam olarak nedir?
Dine karşı tavır, insanın kendisine yaptığı iyiliği ve kötülüğüdür. Dünyanın sahibi, dünyadaki yaşamın kurallarını belirlemiş ve onu din ile bildirmiştir. Dine sevgi veya nefret, insanın kendi kendisini kandırması ve aldatmasıdır. Hiç şüphesiz, “Bu din kendisine düşmanlık besleyenlere üstün olmaya devam edecektir. Dine karşı duranlar ve onu terk edenler ise ona zarar veremezler.” (İbn Hanbel, V, 100) O halde insanın din konusundaki durumu, sadece kendisinin düşünmesi gereken bir eylemdir ve dinin sahibi, dinini kimseye bırakmayarak onu koruma altına almıştır.