Yunus Türkölmez, “Bilim Adamlarına Baskılar Tarihinden…” başlıklı makalesini okurlarına sundu.
Antik Çağdan modern zamanlara kadar tarih boyunca birçok bilim insanı ve düşünür, sıra dışı fikirleri yüzünden despot yönetimler tarafından dışlandılar, sorgulandılar, yargılandılar ve hatta bir kısmı feci şekilde öldürüldü. Bütün bu baskılara rağmen bilim adamı namusuyla dinsel gericiliğe ya da siyasal baskılara boyun eğmeyen niceleri de bu direnişleriyle tarihe geçtiler. Bazıları da bunu hayatlarıyla ödediler. İşte size tarihten bazı örnekler.
1- MÖ 570 – MÖ 495 yılları arasında yaşamış İyonyalı(*) filozof ve matematikçi Pisagor, Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia eden ilk bilim insanıdır. Venüs gezegenini o keşfetmiştir. O dönemlerde hâkim olan Güneş’in Dünya etrafında döndüğü görüşüne karşı çıkarak, Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü savunmuştur. Kendi okulunu kurarak 300 öğrenci toplamıştır. Okulun din ve bilim üzerine yaptığı çalışmalardan rahatsızlık duyan halk sonunda okulu ateşe verir. Pisagor ve öğrencileri diri diri yanarak hayatlarını kaybetmişlerdir.
(*İyonya: İzmir ve Aydını da içine alan Batı Anadolu Bölgesi)
2-MÖ 469 – MÖ 399 yılları arasında Atina’da yaşamış olan bir Yunan filozofu olan Sokrates, “Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim” dediği için ve halkı şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanmış ve ölüme mahkûm edilmişti. Ölmeden birkaç saat önce vedalaşmak için yanına gelen eşinin ağlayarak; “Ah bu kötü adamlar seni haksız yere öldürecekler” demesine, “Evet haksız yere öldürecekler. Haklı yere öldürseler daha mı iyiyi di?” dediği rivayet olunur. Hayatı boyunca inandığı ve taviz vermeden savunduğu düşünceleri uğruna ölüme gitmiştir.
3- MS.370-415 yıllarında Atina’lı filozof, matematikçi ve astronomi uzmanı olan Hypatia aynı zamanda çok güzel bir kadındır. İskenderiye Kütüphanesindeki Platon Okulu’nda verdiği derslerinde doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştığı için İskenderiye piskoposu tarafından şeytan veya cadı olmakla suçlanır. İncil’den ayetler göstererek halkı ona karşı kışkırtır. Sonunda yakalanarak bir kiliseye götürülür. Orada soyulur, önce gözleri çıkarılarak ağır işkencelerden geçirilir ve öldürülür. Sonra da bedeni dört parçaya ayrılarak yakılır. Yıllar sonra kilise tarafından aziz ilan edilir.
4- 1473 -1543 yılları arası yaşamış, Katolik piskopos danışmanı, aynı zamanda matematik, astronomi ve harita bilimi ile meşgul olan Kopernik de bu baskılardan nasibini almış bir bilim insanıdır. Güneş Sistemi’nin tarifini yapmış, gezegenlerin güneşin merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini savunmuştur. “Gök Cisimlerinin Devinimi Üzerine” adlı eserini 1530 yılında tamamlamıştır. Ancak eserini, Papa III. Pavlus’a ithaf etmesine rağmen yoğun baskılar nedeniyle ancak ömrünün sonlarına doğru yayınlayabilmiştir.
5- Miguel Servet ise 1509/1511-1553 yılları arasında yaşamış İspanyol bir ilâhiyatçı, hekim ve haritacıdır. Kan dolaşımını doğru şekilde inceleyen ilk bilim insanıdır. Matematik, gök bilimleri, meteoroloji, coğrafya, anatomi ve eczacılık, konusunda çalışmaları vardır. İncil’i orijinal metinlerinden çevirme ve tefsir etme çalışmaları da bulunmaktadır. Tepki çeken görüşleri nedeniyle Katolik kilisesi tarafından 1553 yılında Lozan’da kitaplarıyla birlikte yakılarak öldürülmüştür.
6- Giordano Bruno ise 1548-1600 yılları arasında yaşamış bir İtalyan filozoftur. Aynı zamanda bir rahip ve gökbilimcidir. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve aynı zamanda bir şairdir. Evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemiştir. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edilmiş ve Roma’da diri diri yakılarak idam edilmiştir.
7- 1564-1642 yılları arasında yaşamış Galileo Galilei bir bilim insanıdır. İnsanlığa birçok yeni bilgi sunmuştur. Bunların en bilineni, Dünyanın döndüğü iddiası ise başına türlü belalar açmıştır. Çünkü papazlar onun bu görüşlerden rahatsız olmuştur. 1633’te kitapları yasaklanır ve Kutsal Engizisyonca müebbet hapse mahkûm edilir. Ancak cezası kendi evinde göz hapsine çevrilir. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo önce kör olmuş ve 1642 yılında da hayatını yitirmiştir.
8- 1743 -1794 yılları arasında yaşamış Fransız bir kimyacı olan Antoine Lovoisier de yaptığı bilimsel çalışmalar ve vergi adaletsizliği konusundaki görüşleri nedeniyle devrim mahkemesi önüne çıkarılarak ölüme mahkûm edilir. Bir grup aydın ve yurttaş bir dilekçeyle onun, çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunu ve bağışlanmasını ister.
Ancak yargıcın verdiği yanıt kesin ve çok çarpıcıdır: “Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur!”
Sonunda 51 yaşında iken, “devrim” adına giyotine maruz kalmıştır. Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken bile kitap okuyordur. Hatta cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur.

(Tarihi Bağnazlık. Bilim adamlarına verilen Cezalar - Temsili)
Daha yakın tarihe gelirsek;
Geçtiğimiz yıllarda gösterime giren Oppenheimer adlı filmde bilim ile siyaset ve mutlak güç arasındaki ilişki çok çarpıcı şekilde işleniyordu. Filmde Albert Einstein’den ilhamla atomu parçalamaya çalışan Robert Oppenheimer’ın çalışmalarından haberdar olan Amerika siyasetinin bundan nasıl yararlandığı anlatılmakta idi.
Kendisi de bir Yahudi olan Oppenheimer Nazi Almanya’sına yönelik bir silah üretmenin coşkusuyla işe dört elle sarılır ve atom bombasını yapmayı başarır. Sonunda bombalardan biri Hiroşima’ya, diğeri Nagazaki’ye atılır, yüzbinlerce insan bir anda yakılarak katledilir.
Oppenheimer ilk defa yaptığının doğru mu yanlış mı olduğu konusunda tereddüde düşer. Amerika Devlet Başkanı Henry Truman, zaferi kutlamak için onu Beyaz Saray’a davet eder ve ondan hidrojen bombası üretimi için çalışmalarını yoğunlaştırması talebinde bulunur.
Oppenheimer hüzünlü ve yorgun yüzünü Truman’a dönerek “Sayın başkan, kendimi elini kana bulamış biri gibi hissediyorum.” der. Oppenheimer çıkar çıkmaz Truman yanındakilere, “Şu sulu gözlü adamı bir daha içeri almayın” der.
Despotizm tarafından kullanılan hangi iyilik cezalandırılmadan bırakılır ki? Bundan sonraki süreçte KGB ajanı olduğu, atom fiziğiyle ilgili bilgileri Rusya’ya sızdırdığı gerekçesiyle mahkeme mahkeme dolaştırılıp itibarsızlaştırılır. Savaşı’nın Amerika Birleşik Devletleri lehine sonuçlanması için hayatını adamış bir adam, bir fizik dehası, bir anda devlet düşmanı ilan edilir.
Devlet bir kez daha kahraman ilan ettiği bir adamı, işi görüldükten hemen sonra hain ilan etmiştir. Siyaset bir bilim adamını daha kullanılmış ve işi bitince çöpe atılmıştır. (https://www.milatgazetesi.com/yok-edilen-insanlik-onuru-1751)
Yaşadıkları dönemde devleti yönetenlerin kesin emirlerine karşı durabilme cesareti göstermiş bizden şu iki ilim adamını da burada sizlere aktarmak isterim.
1- TAŞKÖPRÜLÜZADE HOCA HAYREDDİN BİN KASIM.
"Cem Eylemiş Alemi Dünya Kurulalıdan,
İrfan ile bir yerde Hüda Akl'i Maaşı"
Hoca Hayreddin Bin Kasım aslen Türkistan'ın Taşkent şehrinden Anadolu'ya göçerek Bursa'ya yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. İlk tahsilini Bursa'da tamamladıktan sonra Edirne'ye giderek tahsiline devam eder.
Ardından Bursa'ya döner ve Molla Yegan Medresesinde icazet alır. Candaroğlu İsmail Bey Sultan 2. Murad'a başvurarak ondan Taşköprü'deki Muzafferiye Medresesi için bir hoca talep edince Molla Yegan onu Taşköprü'ye gönderir. 1461 yılına kadar da orada ders vermeye devam eder. Ta ki Fatih onu İstanbul'a çağırıncaya kadar.

(Taşköprülüzade Hayrettin Halil Bin Kasım Türbesi- Küre)
İlim Adamının Cesareti Karşısında Fatih Sultan Mehmet Han Olsan Ne Yazar?
1461 yılında Kastamonu'yu ele geçirerek Candaroğulları egemenliğine son veren Fatih Sultan Mehmed, o tarihte Taşköprü Muzafferiye Medresesinde ilmi bilgisiyle öne çıkmış hocalardan olan Hayreddin Halil’i İstanbul'da yeni kurduğu Sahni Seman Medresesinin başına hoca olarak getirmek ister.
Ancak hoca kendisini emirle, üstelik te makamca terfi ettirerek Taşköprü'den İstanbul'a tayin etmek isteyen Fatih'e hayır diyerek yukarıdaki cevabı verir.
Bu ret cevabına çok kızan Fatih, onu huzuruna çağırarak görevi kabul etmediği takdirde azledileceğini ve maaşının kesileceğini bildirir.
Hoca Hayredin Halil bunun üzerine Fatihe cevaben şöyle seslenir.
"Ben debdebe ve saltanata düşkün değilim. Servete ve şöhrete karşı daima müstağniyim*. Beni azledip aç bırakmak istiyorsanız iyi biliniz ki, benim rızkımı veren siz değilsiniz. Azil ve nasip elinizdedir. İrade ederseniz beni memleketten de kovabilirsiniz. Bu benim için gam değildir. Kortuğum o dur ki; beni Allah tard etmesin huzurundan." (*Müstağni: Mesafeli, gözü tok, gerekli bulmayan)
Her türlü takdire şayan bir cevap verse de Sultanın Fermanı yerine getirilerek hoca Müderrislikten azledilir ve Küre Madeninden almakta olduğu maaşı da kesilir. Aslında hocanın kellesinin gitmesine de Fatihin hocası Hayreddin'in engel olduğu söylenir. Çünkü Hayreddin de Halil Hoca’nın yetiştirdiği talebelerden biridir.
Gelirlerinden mahrum kalan hoca zaman içerisinde büyük sıkıntılar yaşamaya başlar. Ancak Taşköprü halkının yardım taleplerini de geri çevirmektedir.
Nihayet; Küre’den gelen kalabalık bir heyet zor da olsa hocayı devletten tahsisat almayan, sadece halkın finanse ettiği Hızır Bey Medresesinde ders vermeye ikna eder. Hocayı da alarak Küre'ye dönerler. Taşköprü'den geldiği için de kendisine Küre'de artık Taşköprülü Hoca denmeye başlanmıştır.
1475 yılına kadar orada ders vermeye devam eden hoca o yıl hakkın rahmetine kavuşur. Türbesi de aynı yerde Hızır Bey Camii bahçesinde bulunmaktadır.
Kaderin garip cilvesine bakın ki hocanın oğullarından Gıyaseddin Kasım, yıllar sonra babasının kabul etmediği ve hocalıktan azledilmesine sebep olan İstanbul Fatih Sahnı Seman Medresesine hoca olmuştur. Oradan da Halep Kadılığına atanmıştır.
(Kaynak: KÜRE. Yazan.İsmail Ölmez. Küre Belediyesi Yayını. 2007. Sayfa 21- 22. Hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler Şule Korkmaz’ın Taşköprü Haber sitesindeki paylaşımına da bakabilirler.)
2-BURSALI KADIZADE-İ RUM.
BİR İLİM ADAMININ ULUĞ BEYE KARŞI ÇIKIŞI
Günümüzden yaklaşık 600 sene evvel Timur İmparatorluğunda, Semerkant'ta devlet başkanı olan Uluğ Bey'in bir bilim adamını görevden alması üzerine medrese ve rasathanenin başkanı olan Kadızade-i Rum* hemen derslere girmeyi durdurmuş ve protestoya başlamış. Kendisini ziyarete gelen Uluğ Bey'e bakınız neler söylemiş.
......"Biz müderrisliği, hiçbir kimseyle ilgisi olmayan bir görev zannederdik. Halbuki şimdi bunun da hüküm sahiplerinin elinde oyuncak olduğunu gördük. Öyleyse biz de dersten vazgeçtik"
Bunun üzerine Uluğ Bey görevden aldığı müderrisin eski görevine iadesine karar vermiş ve bir daha da rasathanenin ve medresenin işlerine karışmamış.

(*Asıl adı Selahaddin Musa olan ünlü Türk matematik ve astronomi bilgini. Aslen Bursalı olup Bursalı Kadızade-i Rumi olarak da bilinir. 1364 – 1436 Semerkant)
***
Sizce de bugünkü duruma göre, örnek alınması gereken bir asil davranış değil mi? Onurlu bilim adamlarımız var ama, seçilemediği halde rektör atanmayı kabul eden, iktidarın ne dediğine bakarak bilim yapan kurumları yönetmeye çalışan "unvanlı" çok sayıda profesörümüz de var.
Üniversitelerimizde çeşitli gerekçelerle görevden alınan veya özgürce bilim yapma, ders verme ortamı kalmadığı için kendisi istifa eden yüzlerce akademisyen de oldu. Bu bilgileri de sizlerle paylaşmak istedim.