Yunus Türkölmez, "Melike’nin Dramı ve Sürgün Gelin" başlıklı makalesini okuyucularına sundu.

2024 yılının ocak ayında yaptığım Kastamonu ziyaretinde uzun süredir tanışmak istediğim değerli eğitimci ve yazarımız Mehmet Sayan ile buluştuğumuzda yine bir eğitimci ve Kastamonulu yazarımız Mümtaz Tiftik ile tanıştırmıştı bizi. Ve işte o gün bana imzalı olarak hediye etmişti Sürgün Gelin isimli romanını.

İstanbul'a döndüğümde okuma imkânı bulamadığım romanı Mart ayında yapacağım Lizbon yolculuğu esnasında okumaya başlarım diye plan yapmıştım ve öyle de yaptım.

Daha İstanbul havalimanında başladım okumaya. Ve planladığım gibi Lizbon'da iki günde bitirdim. Ama keşke bitmeseydi, ya da bitirmeseydim mi acaba diye düşünmeden de edemedim. Okumayı bitirir bitirmez hakkındaki görüş ve düşüncelerimi hemen sosyal medya hesabımda paylaşmış ve şunları yazmıştım:

“Anadolu'nun kuzeyinde Karadeniz sahiline yakın bir köyde - köylerde geçiyor roman. Ama okurken sanki çocukluğumu yaşadığım bizim köylerde geçiyor gibi hissettim. Çoğu zaman onun da ötesinde sanki o dönemi, o anları yaşıyormuşum gibi hissettim kendimi.

Mümtaz hocam köylük yaşamını o kadar güzel anlatmış ki tastamam işte bunları biz de yaşadık dedirtiyor. Ama tarımsal yaşamın içerisinde aile yapısını, dayanışmayı, kültürel dokuyu, doğayı öylesine etkileyici işlemiş ki içerisinde kaybolmadan, takipte zorlanmadan siz de yaşıyorsunuz.

Romanın karakterleriyle sevinip, onlarla üzülüyorsunuz.

Bazen de keşke o an ben de orada olsaydım da şu konuya müdahil olsaydım diyorsunuz...

Aşklar, karşılıksız sevgiler, köyün yüzlerce yıllık adetleri, gelenek ve görenekleri öylesine harmanlanmış ki bu bir roman olamaz, sanki yazar o anları zihninde kurgulayarak değil de yaşayarak, ya da yaşandığı anlarda her zaman oradaymış gibi sizi derinden etkiliyor.

Ama tüm bu akıcı ve etkileyici konunun içerisinde "O TÖRESİ BATASI DÜNYA, KAHPE KALIR ŞAHAN GİDER" şiirindeki (*) sözler misali Anadolu kadının acı kaderi işleniyor.

Ve size "KÖR OLASIN KAHPE DEVRAN" dedirtiyor.

En sonunda sürgün gelinin finali ...

Sevgili Mümtaz hocam kalemine sağlık. Beni gerçekten ağlattınız.

İçime sanki kor bir ateş düşürdünüz.

İyi ki sizi tanıdım.

İyi ki sevgili hocamız Mehmet Sayan bizleri tanıştırmış.

Daha nice böyle güzel eserleriniz olsun. Kaleminiz hiç susmasın.

Sevgiyle kalın.”

Geçmişle gelecek arasında muazzam bir köprü kuran yazar, çok derin ve hazin bir yaraya parmak basıyor aslında. Kitabı okurken öylesine bir duygusal iniş çıkışlar yaşıyorsunuz ki, acıyı ve hüznü, bazen de sevinci yüreğinizin en derinliklerinde hissediyorsunuz.

Yazar Mümtaz Tiftik bu romanında, dönemin dil özelliklerini, Kastamonu yöresel ağzını, kırsalda kullanılan deyim ve atasözlerini o kadar sade bir dil ve güzel Türkçemiz ile buluşturmuş ki bu çabası bile son derece saygıdeğerdir. Nitekim kitabın sonuna da yaklaşık 90 kelimelik bir yöresel sözlük eklemiş romanda geçen kelime ve deyimlerden.

“Tırpanla ekin biçmeyi, namludaki ekinin anadutla deste yapılmasını, deste arabasının yüklenmesini, öküz arabasıyla harmana getirilişi, harmanda yığın yapılması, düğen sürme, tınar savurma, savrulan samanları samanlığa çekme” vb. daha nice tarımsal etkinliklerin yöresel ağızla romana girmesi bile son derece saygıdeğer bir çaba olmuş.

Roman sadece tarımsal hasadı değil, bostan bakımı, bostanların keşik ve sıra ile sulanması vb. kırsal yaşamdan daha pek çok kesiti okuyucuyla tanıştırıyor

Kitap hakkında neler yazılmış diye internet dünyasına şöyle bir bakınca gördüm ki öksüz Melike’ye ağlayan sadece ben olmamışım. O kadar duygulu ve güzel şeyler yazmışlar ki yazarımız adına gurur duydum. İşte size bir iki örnek;

“Ah Melike, öksüz Melikem Kızların bahtını annelerinin talihimi belirler? Anadolu’da Allah kelamı sayılacak denli sarsılmaz örf ve adetler kim bilir kaç genç insanı canından etti.

Melike doğdu anda anne sıcaklığını yaşayamadan öksüz kalmış dünya güzeli bir genç kız. Annesinin yokluğunu aratmayacak bir babaanneye sahip. Babaannesi Melike’yi en iyi şekilde yetiştirmiş evlilik çağına getirmiş.

Melike’nin hayatı bostan sulamaya giderken ilkokul arkadaşı Halil’e rastlamasıyla değişmeye başlıyor. Bir yanda sevda bir yanda köy adetleri. Melike babaannesinin güvenini sarsmamak için ne kadar uğraştıysa da işler hiç istemediği yöne çevrilir.

Okurken köy hayatını, adetlerini, insan ilişkilerini, aşkı, sevdayı, hasetliği, talihsizliği en çokta öksüzlüğü ta derinden hissettim. Onu okuyun gözyaşlarınızı tutamayacaksınız demişti. Gerçekten kitabın sonunda gözyaşlarımı tutamadım.

Melike yüreğimin üzerine kocaman bir taş bıraktı. Kıymetli Mümtaz Tiftik kaleminiz daim olsun. (Ferda 100kitap)

***

“Mümtaz Tiftik’in Sürgün Gelin kitabı beni çok etkiledi. Yazarın dili öyle gerçekçi ve akıcı ki, köyün havasını, geleneklerin sertliğini, insanların birbirine bakışını adeta hissettim. Özellikle Melike’nin hikâyesi içimi burktu. Saf bir sevgi, tertemiz bir yürek… ama karşısında koca bir toplumun baskısı var. Okudukça hem çok üzüldüm hem de öfkelendim.

Çünkü en masum hayallerin bile törpülendiği, insanların suskun kaldığı bir düzenin içinde sıkışıp kalmış bir genç kızın dramına tanık oldum. Beni en çok etkileyen şey, Melike’nin yaşadıkları kadar köy halkının tavrı oldu. Bir kızın hayatı mı değerliydi, yoksa başkalarının ne diyeceği mi? Gelenekler körü körüne uygulanmamalı; adalet ve vicdan, toplum yaşamının önceliği olmalı.

Kimler okumalı derseniz; kadınların toplum içindeki konumunu sorgulamak isteyen herkes okumalı… (Leyla Akot 100kitap)

Son olarak da gazetemizin köşe yazarı ve eğitimci Necati Doğanç öğretmenimizin 27 Haziran 2024 tarihinde yazdığı makalesinden (**) bir alıntı yapalım.

“Anılan yer ve kişi isimlerinin gerçekle ilişkisi olmayabilir ama romanda kurgulanmış olan yaşam bire bir gerçek yaşamın ta kendisi. Romanı okumaya başladığımda hiç yabancı gelmedi okuduklarım. (…)

Gülsüm Ana ile torunu Melike’nin ilişkileri ve romanın baş kahramanı Melike üzerinden Anadolu kadının yıllardır süre gelen kara yazgısı. Annesi Melike’yi dünyaya getirirken ölür. Babası Mehmet bir daha evlenir. Babaanne Gülsüm Ana Melike’nin üzerine titrer. Onu her zaman sahiplenmeye ve akıl vermeye çalışır. ‘İnsan beşer kuldur şaşar. Hepimizin hatası olur. Olmaması da mümkün olmaz. Bazı hatalar ve kabahatler vardır ki düzeltilir onarılır. Bazıları vardır ki ne etsen ne eylesen düzelmez onaramazsın, sen sen ol, o hataları sakın yapma’ diye öğütler verir meleğine.

Gel gör ki Melike gönlüne söz geçiremez. Parmaksız Rıza’nın oğlu Halil’e gönlünü düşürür. Halil ile ilkokul ’da beraber okumuşlardır. Kör Tafık’ın oğlu Şaban Kıskançlıktan köy ihtiyar heyetine sevdalıları şikâyet eder ve töreler devreye girer, mahkeme kurulur.

Melike’nin uzak bir dağ köyüne “Sürgün Gelin” olarak yollanmasına karar verilir. “Senin kabahatin yoktu Melike, kara yazgını yazanlar vardı”

Ve o üç kara karga kuru kavaklarda ötmeye başladığında her şeyin sonu gelmişti. Kitabın arka kapağındaki son cümlede olduğu gibi, ‘Anadolu bozkırında kadınların yıllardır süre gelen kara yazgıları, göklere ağan ağıtları hiç bu denli çarpıcı anlatılmamıştı.’”

Sözümüzü sanatçı Sadık Gürbüz’ün söylediği geleneksel bir halk türküsünün sözleriyle bitirelim.

“Kara kara kazanlara
Kara yazı yazanlara,
Kimse sevgi göstermesin
Ak yazıyı bozanlara...”

Dostlukla.

*Şiir; 2015 yılında yitirdiğimiz şair Gülten Akın'ın 8 Haziran 1977 tarihinde ODTÜ'de öldürülen öğrencisi temsilcisi Ertuğrul Karakaya için yazdığı bir ağıttır aslında.

Birçok müzik sanatçısı tarafından seslendirilmiştir.

** Necati Doğanç’ın Sürgün Gelin Yazısı İçin Tıklayın

Sürgün Gelin