Yunus Türkölmez, "İzmir'den Mudanya'ya" başlıklı makalesini okuyucularına sundu.
İzmir'den Mudanya'ya (Mudanya Öncesi Yaşananlar. 9 Eylül’den - 3 Ekim’e)
Büyük Taarruzdan ve takip harekâtından istediğimiz neticeyi alarak İzmir’e girmiştik. Anadolu Yunanlılardan temizlenmişti. Şimdi işin siyasi safhası başlayacaktı. Mümkün olduğun kadar çabuk sulh yapmamız lazımdı.
İtilaf Devletlerinin işi zamana yayarak, bizi bu karışıklıklar içinde oyalayarak harbin askeri safhasını unutturmaya çalışacakları ihtimalini görüyorduk. İzmir’de başkumandan (Mustafa Kemal) ile sulha nasıl ulaşacağımızı görüşmeye başladık. Vaziyeti esaslı olarak tetkik ediyorduk. Bunu nasıl yapabilirdik?
Bunun için de önce askeri harekata devam ederek, askeri Trakya’ya geçirmek ve alacağımız azami neticeyi almak lazımdı. Bu konuyu aramızda konuştuk. Ama bunu yaparken de her şeyden önce müttefiklerin (düşman kuvvetleri ittifakı) bizimle yeni bir silahlı çatışmaya girmelerinin mümkün olamayacağını onlara göstermemiz lazımdı.
Bu aşamada en önemli şey müttefik devletleri bir an evvel bizimle temasa geçmeye ve sulh şartları aramaya zorlamaktı. Çanakkale hareketinin sebebi budur. Tek çare bir an önce ordularımızı müttefik devletlerle temasa geçirmemiz lazımdı. Böylece onları bizimle mütareke ve sulh şartlarını aramaya sevk etmek olacaktı.
Bulduğumuz en tesirli tedbir, ordumuzu boğazlar üzerine yürütmekti. Bunu düşündük ve karar verdik. Fakat bu çok tehlikeli bir karardı. Çünkü karşımızdaki kuvvetler az da olsa, ordumuz İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına dayandığında İtilaf devletleri ile yeniden topyekûn bir harp haline gelebilirdik.
Önümüzde askeri ve siyasi bakımından buhranlı bir devre bulunduğunu görüyorduk. Hem askeri harekata devam edeceğiz, Boğazlar üzerine yürüyeceğiz; hem de müttefiklerle silahlı bir çatışmaya tutuşmayacağız. Ve aynı zamanda bu suretle müttefikleri mütareke ve sulha zorlamış olacağız.
Ama en önemlisi de Yunanlıların Trakya’da yeniden bir ordu toplamalarına mâni olmamız lazım. Aksi takdirde Anadolu’dan sonra Trakya’nın kurtarılması için yeni bir sefer yapmak zorunda kalacağız. Bu nedenle zihnimiz bir yandan da Trakya’nın Yunanlılardan temizlenmesi ile meşgul. Bu nedenle mütareke için temas başlar başlamaz ilk şartımız Trakya’nın bize teslimi olacaktı.
***
Bütün bu ihtimal ve sebeplerden dolayı işi biran evvel sulha vardırmak lazımdı. Çünkü on beş seneden beri muharebe ediyorduk ve ülke bir hayli yorgundu. Hele son dört sene bütün Cihan Harbinde çektiklerimizi unutturacak kadar zor geçmişti. Memlekette, halkta, hepimizde, hiç söylenmeyen ama tek bir arzu vardı: Bir an önce sulh…
***
Öte yandan İzmir’e girişimiz olan 9 Eylül’den, Mudanya Konferansının başladığı 3 Ekim’e kadar geçen sürede askeri ve siyasi açıdan karışık ve büyük olaylarla geçmişti.
İzmir’e girişimiz ve zaferin erken gelişi bütün dünyada büyük hayret uyandıran bir psikolojik ortam yaratmıştı. Bu durumu tüm milletler hayretle karşılamışken İngilizler hayretin de ötesinde hiddetle karşılamışlardı.
Yunanlılar bile yaşadıkları bozgun neticesinde Anadolu’nun tahliyesi şartı ile bizimle mütareke için görüşme fikrine gelmişken bunu söyledikleri İngilizler mütareke teklifini vakitsiz ve erken bulmuşlar. Vakitsiz ricat ve bozgun manzarası yaşayan Yunanlıları, Türk Ordusu İzmir’in kıyısına gelene kadar bekletmişler. Bu konu ise İngiliz Başvekili Loyd Gerge’un fikriymiş.
Biz zaten Büyük Taarruz öncesi kesin sonuç alıcı bir muharebe ve ondan sonra düşmana nefes aldırmadan takip ve İzmir’e yürüyelim diye plan yapmıştık ve öyle de olmuştu. Taarruzdan düşündüğümüz neticeyi aldık. Fakat harp tebliğlerimizde kendimizi büyük ve başarılı göstermemeye de bilhassa dikkat ediyorduk. Zaten bütün kuvvetlerimizle İzmir’e doğru yürürken düşmanın, harekâtımızın gerçek mahiyetini anlayacak, zayıf hava keşiflerinden başka hemen hiçbir vasıtası yoktu.
İngilizlerin, Yunanlıların bizimle mütareke teklifini vakitsiz ve erken bulması da bizim bu taktiğimizden dolayı olmuştu. Bu sayede her taraftan düşmanı söküyor ve İzmir’e doğru bütün gücümüzle ilerliyorduk. Karşı taraf nasıl olsa Türkler İzmir’e gelene kadar epeyi bir zaman geçecektir nazariyesi ile beklerken biz 10-12 gün zarfında İzmir’e girmiştik. Onlar, İzmir girişine yakın bir yerde bir cephe hattı kuralım ve o cephe üzerinden bir mütareke müzakeresi açalım diye düşünürken biz zaten İzmir’e girmiştik.
***
Daha evvel İzmir Limanı’ndaki İngiliz Amirali Nicolson ile Başkumandanımız arasında Türk-İngiliz münasebetinin ne olduğu hakkında gerçekleşen bir mektuplaşmada İngiliz Amirale; “İngiltere ile harp halinde değiliz, aramızda siyasi münasebet yoktur. Kurulması şayanı arzudur” tarzında bir cevap verilmişti.
***
Nihayet Başkumandanımız 13 Eylül (1922) günü İzmir’de serbest kalan 1. Ve 2.Ordularımızın İstanbul ve Çanakkale üzerine yürütülmesi emrini verdi. Ben de Garp Cephesi Kumandanı olarak bu ordulara gereken emri verdim. 2.Orduyu hemen Çanakkale üzerine harekete geçirdim. Hesabıma göre ordu Eylül sonunda Çanakkale’de olacaktı.
Bu hem çok güç hem de çok tesirli bir olacaktı.1.Ordu ise önce İzmit bölgesinde toplanacak ve daha sonra verilecek emre ileri hareket edecekti. Biraz uzakta tutmamızın amacı bu ordu daha uzakta olduğu için 2.Ordu Çanakkale önüne geldikten ancak bir hafta sonra gerekirse ileriye doğru harekete başlayabilecekti.
Bu hareketimizde mühim olan nokta şu idi. Ordularımız hem onların önünde olacaktı hem de bir muharebeye meydan verilmeyecekti. Ama onlarla en hassas oldukları yerlerinde temasa geçmiş olacaktık. Bu ise ordumuzdan büyük bir disiplin ve kıymet isteyen bir vazife idi. Bunu anlatmak için büyük bir gayret gösterdik. Çünkü İngilizlerin elinde bulunan yerlerde bir çatışmaya girmek, gelişmelerin idaresini elimizden çıkarabilirdi.
Planladığımız bu Çanakkale hareketi çok güç bir hareketti. Ama aynı zamanda çok tesirli olacaktı ve öyle de oldu. Çünkü müttefiklerle en ziyade dikkat ettikleri ve en hassas oldukları yerlerinde temasa geçmiş oluyorduk.
Kesin emir vermiştim. Çanakkale’ye, büyük bir kuvvetle gideceğiz, İstanbul’a büyük bir kuvvetle yaklaşacağız, ama tek silah atmayacağız. Ordularımıza talimatım şimdilik hem onların hemen önünde olacağız hem de bir muharebeye mahal verilmeyecek şeklinde idi. Bu, bir ordu için büyük kıymet ve disiplin isteyen bir vazife idi. Biz bunu ordumuza anlatabilmek için hem yazılı hem de şifahen çok gayret sarf ettik. Gayretimizin mükafatını da aldık.
Bu, tahmin edebileceğimiz en yüksek derecede başarı ile tatbik olundu. Kıtalarımız bir taraftan Kocaeli Yarımadasında toplanırken, öbür yandan Çanakkale’ye yanaştılar ve İngiliz Keşif Kolları ile temas haline geldiler. Bazı yerlerde aradaki mesafe 20-30 metreye kadar düştü.
Askerlerimiz silah atmak için değil, silah taşımak için vaziyet almış insanlar halini muhafaza ediyorlardı. Silahlarını arkalarına asmışlar, kollarını sallayarak İngilizlerin yanına yaklaşıyorlar ve yürüyerek yanlarından geçip gidiyorlardı. Şaşılacak bir gerçeklikti bu. İngilizlerin elinde olan yerlerde kıtaatla temas etmek ve bir silahlı çatışmaya meydan vermek, münasebetlerimizin idaresini elimizden çıkarabilirdi.
İngilizlerin de bizim ilerlememiz karşısında ilk tedbir olarak kendilerinin de silaha sarılamamaları gerektiği kararını almışlardı. Onların da biz ateşe başladıktan sonra karşılık vermek üzere, ateş eden ilk taraf olmamak üzere karar aldıklarını sonradan öğreniyoruz.
Hasım zannedilen iki taraf askerinin birbirine bu kadar yaklaştıktan sonra silah atmaktan ciddi olarak sakınmaları, az bir süre sonra bunları yüz-göz olmuş bir vaziyete getirmişti. Çanakkale etrafındaki İngiliz tel örgülerine kadar sokulan askerlerimizle, öbür taraftaki İngiliz askerleri arasında alışveriş şakaları, konuşma şakaları, işaret şakaları tabii bir hale gelmişti. Kısa bir süre sonra bu yakın temasın bazı, işaret ve alışveriş şakalarını tabii hale getirdiğine şahit oluyoruz.
Askeri hareketimiz, bu temas sağlanıncaya kadar çok gergin bir safhadan geçmiş, fakat siyasi münasebetlerimizi çabuklaştırmıştır. Askeri temas bu kadar laubali bir noktaya gelinceye kadar siyasi olaylar hep gergin bir halde cereyan etmeye devam etti. (Devam edecek)*
Kaynak: “İsmet İnönü’nün Hatıraları. Lozan Antlaşması 1”. 9 EYLÜLDEN MUDANYA KONFERANSINA. Cumhuriyet Kitapları. Ağustos 1988.İstanbul. Sayfa: 13-18.
*Konuyla ilgili daha detaylı bilgi almak isteyenler şu makaleye de bakabilir. “İzmir’den Mudanya’ya Dünyayı Sarsan Günler – Eylül 1922 Çanakkale Krizi “(Tuncay Yılmazer)