Usta gazeteci-yazar İzzet Sarı, "Fırıldakçı" başlıklı makalesini okuyucularına sundu.

‘Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer top oynarken, eski hamam içinde…

Horozlar tellal iken, pireler hamal iken…’ diye başlayan ve devam eden bir çocuk hikayesi vardı eski yıllarda.

Hikayenin devamında ise;

‘Bir köy kurmuş keçiler, kurt köye muhtar olmuş, elini veren kolunu almış, diken verenin gülünü almış, damla verenin selini almış, kovan kovan balını almış. Bir kurtmuş ki sormayın…

Talkım vermiş ele, salkımı almış yele, ilk lokmayı aşırmış, ikincisinde çomar. Karşısına dikilmiş, kapanmış mı kapılar... Kapıyı bırakıp sapı tutmuş, balı bırakmış, hapı yutmuş…’

Çocuk hikayesi işte.

Bu hikayeyi eskiden analar babalar çocuklarını uyutmak için dakikalarca ayaklarında sallarmış sonunda uyuturlarmış…

Günümüzde de bizleri uyutmak için etrafımızda o kadar çok hikaye anlatan var ki sormayın gitsin.

Bizim jenerasyon ve öncekiler bu hikayeleri iyi bilir.

Renkli fotoğrafların olmadığı, çocukların ve gençlerin oyuncakları da farklıydı o yıllarda.

Hiçbir şey sanal değildi. Sanallık sadece çocuk hikayelerindeydi hikayelerdeydi.

Birde eskiden Topaç satan satıcılar vardı.

Heybesini çocuk oyuncaklarıyla doldurup mahalle mahalle, köy köy gezip oyuncak satan satıcılara halk arasında fırıldakçı denirdi o yıllarda.

Fırıldakçı!

O dönemlerde çocukların en çok sevdiği oyuncak da topaçtı… Ağaçtan yapılmış bir topacın etrafına ip sarılır ve düz bir zemin üzerine hızlı bir şekilde atılınca topaç kendi etrafında fırıl fırıl dönerdi.

Bu oyuncak çocukların çok hoşuna giderdi.

Tabi zaman ilerleyip de teknoloji geliştikçe bu tür oyuncaklar tarih oldu.

Bugün hepimiz çocuklarımızın sanal alemde neler yaptığını bilmiyoruz! Dahası sanallığın çocukların psikolojini ve davranışlarını bile değiştirdiğini uzmanlardan öğreniyoruz.

Topaç tarih oldu ama hala o yıllarda yaşayanların aklında o rengarenk topaçların fırıl fırıl dönmesi o dönemi yaşayanların zihinlerinde duruyor.

Fırıldak demişken; bugün bu topaçlar ve fırıldakların yerini hayatımızda gerçek fırıldakçılar sardı.

Sanallıktan çıkıp toplumun her kesimini sarıverdi bu tipler.

Siyasetçilerin, liderlerin etrafında fırıl fırıl dönenler mi dersiniz!

Müdürlerin, bürokratların etrafında dönenler mi hangi birini anlatayım ki size.

Bu tip fırıldakçılar köylerde, kentlerde, mahalle muhtarlarının bile etrafında bir takım tipler peydahlandı.

Her yerde bunlara rastlamak mümkün.

Konuyla ilgili olduğu için sizlere yaşanmış kısa bir hikaye anlatıp makalemizi bitirelim.

Sanırım bundan 25 sene kadar evvel Azdavay ilçemizin bir belediye başkanı vardı. Bu başkan ilk önce DYP’den siyasete girdi. Devamında Anavatan Partisine geçti. Devamında MHP’ye derken en son Eskişehir’in bir ilçesinde Refah Partisinden aday oldu ve kazanamadı!

-Bir gün Azdavaylı bir arkadaşım ziyaretime geldi. Hoş sohbetten sonra, nasıl bizim Fehmi Başkan çalışıyor mu? diye sordum.

-Bizim Fırıldak Fehmi’mi dedi.

Güldüm.

-Yahu kardeşim hem adamı başkan seçmişsiniz hem de fırıldak lakabı takmışsınız hiç hoş değil falan diyerek konuyu kapatmaya çalışsam da misafirimiz bir türlü susmuyor…

Tabi ilçede başka neler yaşandıysa bizim saygı gösterdiğimiz Belediye Başkanı Fehmi Bey'e ilçe halkı “Fırıldak Fehmi” diye lakap taktıklarını öğrendim daha sonra.

Ne anlatmak istiyorsun İzzet Sarı saadete gel, dediğinizi duyar gibiyim.

Hepimiz bugün günlük hayatımızda şahit oluyoruz etrafınızdaki günümüzün fırıldakçılarına...

Bunların sayıları o kadar çoğaldı ki, yalan dolan bunlarda, yüzüne başka, arkandan başka konuşmalar bunlarda…

Maalesef bugün sosyal medya yüzünden hepimizin eleştirdiği yozlaşmanın zirvesini yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz toplum olarak.

Din, ahlak, edep, yerel kültür arama bunlarda. Şahsi ikballerini sürdürebilmek için her türlü riyakarlık, her türlü fırıldakçılık bunlarda.

Bu tipler toplumun her kesiminde mevcut hülasa bizim meslekte dahi bir sürü fırıldakçılar türedi etrafımıza.

Aslında hepimiz etrafımızdaki bu tiplerin nasıl insanlar olduğunu çok iyi biliyoruzdur. Lakin kimse ayıp olmasın diye edebinden ve aile terbiyesinden yüzüne karşı bir şey demiyordur!

Bu tipler karşısındaki insanları aptal yerine koyarlar veya koyduklarını sanırlar. Bu tipler bir süre işlerini yürütür ama bir süre sonra foyaları ortaya çıkınca da ortadan kaybolurlar.

Bilseler ki oradan ayrıldıklarında arkalarından nelerin konuşulduğunu! Bilseler ki çevresindeki insanların o’nun ne kadar haysiyetsiz ve omurgasız olduğunu konuştuklarını! İnan insan içine çıkamazlar!

Gerçi bizim bahsettiğimiz edep, ahlak, yerel kültür, haysiyet, şeref eskidendi.

O yılların ayrı bir değeri ve tadı vardı. O yıllardaki dostluklar daha samimi ve çok kıymetliydi.

Bunun dinle, laiklikle, çağdaşlıkla falan ilgisi de yok. Bunun bana göre tek açıklaması olabilir o’da aile eğitimi.

Tabi ki eğitim sadece ailede de bitmiyor. Aile, okul, cemiyet hayatı vs. komple bir sistemin adı bu aslında.

Buna eski adamlar ‘edep’ derlerdi.

Peki eski, değerli insanlar başka ne derdi.

“Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla…”

GÜNÜN SÖZÜ

“İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatımız için fırıldak olmaya gerek yok.” (Muhsin Yazıcıoğlu)