Terörsüz Türkiye çalışmalarının terörü ortadan kaldırmak üzere bir devlet projesi olduğunu beyan eden Taşköprülü hemşehrimiz Gökhan Gökçek, milli kimlik ve vatandaşlık tartışmalarına dair yürütülen spekülasyonlara tepki gösterdi. Tarihsel ve anayasal bağlamda Türk vatandaşlığı ve Türk milleti kavramlarının tartışmaya açık olmadığını bilimsel bir metotla beyan etti.
Bugün Anayasa’mızın mezkur maddesindeki Türk vatandaşlığı tanımı herhangi bir etnik çağrışım değil en az bin yıllık mazinin bu topraklar üzerinde acı, tasa, sevinç, kan, gözyaşı ve nice umutlarla şekillendirdiği bir gerçekliğin tarifidir.
Tarihi, pratik düzlemde özetleyecek olursak “Geçmişin izinde geleceği aramak” tespitini yapabiliriz. Çünkü mazi bize sadece siyasi ve askeri hadiseleri değil bir bütün olarak bu olayların cereyan ediş sebeplerini, süreçlerini ve sonuçlarını gösterir. Bu bakımdan geçtiğimiz yılın ekim ayında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından ilk kıvılcımı yakılan “Terörsüz Türkiye” çalışmaları da bugünü mazinin zemininde, yarını ise tarihin mizanında tartarak atılmış büyük bir adımdan ibarettir.
ART NİYETLİ AÇIKLAMALAR
Mezkur çağrının 27 Şubat İmralı açıklamasıyla pekişmesi ve Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından sahiplenilerek bir devlet projesi haline gelmiş olması büyük bir önem arz ediyor. Terörsüz Türkiye hedefi; Ülkemizin bulunduğu coğrafyadaki ateş hattının dalga boyu yayılması ve küresel gerginliklerin yeni savaş senaryolarını tedavüle sokması neticesinde, Türk devlet aklının belirlediği bir reçetedir. Bu hedefe ulaşıldığında “Lider Ülke Türkiye” vizyonuna yakışır bir şekilde Türkiye, bölgesinde ve küresel arenada iktisadi, sosyal, askeri ve diplomatik olarak çok daha domine edici bir konumu ulaşacaktır. Bölücü terör örgütü PKK, ilk grubuyla silahlarını bırakıp Türkiye’nin bölünme senaryolarını devlet kontrolünde küle döndürmesine rağmen çeşitli tartışmalarla Terörsüz Türkiye hedefine gidilen bu yola mayın döşemek, suyu bulandırmak Türkiye’ye yeni bir ihanet penceresi açmak demektir. Bunlardan birisi de sözüm ona vatandaşlık tanımı üzerine yapılan art niyetli açıklamalardır.
BİN YILLIK HAKİKAT
Fransız Devrimi’ni takip eden süreçler birlikte modernleşme hamleleri dünyayı ve ülkeleri yeni bir yönetim formuna mecbur bırakmıştır. Bu da hukukun üstünlüğünü esas alan, ülkedeki unsurları etnik, dini, mezhebi veya cinsiyet ayrımı gözetmeksizin eşit gören, vatandaşlık temelli ulus devlet formudur. Ulus devletlerde üst kimlik; mezkur siyasi teşekkülün nüfus, kültür, dil, din vb. açıdan ‘yürütücüsü’ kabul edilen milletin adını taşır. Bu bakımdan tarihi hakikatle ifade etmek gerekir ki; bakiyesi olduğumuz Selçuklu ve Osmanlılar milyonlarca kilometrekare topraklarda pek çok dini ve etnik unsur yönetmiş Türk devletleridir. Anadolu’yu İslamlaştıran, İstanbul’u fetheden, Viyana’ya kadar uzanan orduların mareşalleri ve neferleri Türk milletinin mensubudurlar. Bu mensubiyet; tarihi birliktelik, dil birliği, dindaşlık, acıda ve kederde birliktelik ve istikbale beraber yürüme kararlılığını içermektedir. Bu bakımdan Türkiye; cumhuriyet ile birlikte üniter yapıya muvafık olarak ulus devlet formülünü benimsemiş ve tarihin bin yıldır bizi bir ve kardeş olarak erittiği potada milletin adını, ulusun ismini de bu yolla tayin etmiştir. Bugün Anayasa’mızın mezkur maddesindeki Türk vatandaşlığı tanımı da herhangi bir etnik çağrışım değil en az 1000 yıllık mazinin bu topraklar üzerinde acı, tasa, sevinç, kan, gözyaşı ve nice umutlarla şekillendirdiği bir gerçekliğin tarifidir. Tüm vatandaşlarına üniter yapının gereği olarak hukuk önünde eşit yaklaşan, vergisini belirlediği kanunlara göre alan ve erkek vatandaşlarını da askerlikle yükümle tutan devletimizin yurttaşları olarak farklı tanımlama taleplerinde bulunmak, yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi tarihin yol göstericiliği mihmandarlığına itimat etmemek ve asırlık hatalara yeniden düşmek olacaktır.
ÜNİTER YAPI MİLLETİN DE DEVLETİN DE TEMİNATIDIR
Bilhassa 93 Harbi’ni takip eden süreçle birlikte Osmanlı Devleti’ni parçalayarak etnik veya dini merkezli bir anlayışla kendi devletlerini kurmak isteyen Osmanlı yurttaşlarının/unsurlarının başlattığı ‘üst kimlik’ tartışması sadece ve sadece bölünmenin ve parçalanmanın tetikleyicisi olmuştur. Yüzlerce yıl aynı çatı altında birlikte yaşayan tüm yapıların, gün sonunda birbirinin canına kast ettiği ve tüm yaşanmışlıkların hiç edildiği bir sonucu tayin etmiştir. Bu bakımdan o dönem içerisinde bazı aklıevvel yazarlar tarafından dile getirilen ve vatandaşlık/yurttaşlık tanımını coğrafya ya da devlet üzerinden tarif ederek “Osmanlılık” savını ileri sürenler sadece etnik bölünme planlarının dümenine su taşımışlardır. Moda haline gelen bu önerinin akabinde gayrimüslim sonrasında Müslüman unsurların bazılarının da kendisini Osmanlı Devleti’nden kanla ve silahla ayırma çabalarını tarih bize, büyük bir ibretle hatırlatmaktadır. Bugün yürütülen Terörsüz Türkiye çalışmaları kapsamında başta sosyal medya olmak üzere çeşitli medya organlarında görülen ve duyulan “Türkiyeli” garabeti de 150 yıl önce ortaya atılan “Osmanlılık” savından çok daha tehlikeli bir parçalanma projesinin telkin ve teklifidir. Coğrafya üzerinden milleti tanımlama fikri üniter ve ulus devlet fikrine mugayir olduğu kadar hayatın ve zamanın şartlarıyla da uyuşmamaktadır. En basit örneği şudur; yurt dışına çıkan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, diğer ülkeler tarafından “Türk” uyrukla tanınır ve o kişiyle alakalı tüm iş ve işlemler Türk devletinin Türk makamlarıyla irtibatla gerçekleştirilir. Sınır kapısından çıkış yapıldıktan sonra birilerinin vatandaşlarımızı “Türkiyeli” diye tarifi hem mantığa hem de zamanın diplomatik teamüllerine uygun değildir.
TARİH BİLMEZLİK
Bu bakımdan böyle bir tartışmaya taraf olan zevata; yaptıklarının tarih bilmezlik, sosyal bilim anlamazlık ve potansiyel bir ayrılıkçılık olduğunu beyan etmek isterim. Ve yine altını çizmek isterim ki, bu telkinler; terör örgütüyle mücadelesini pazarlıksız yürüten Türk devletinin yoluna, ince ince sürdürdüğü çalışmasında büyük bir hendek açmak demek olacaktır.