Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santrali’nde 2019’da hizmete alınan “yeni güvenli çatı”, Şubat ayında düzenlenen drone saldırısının ardından yeniden dünya gündemine girdi. Yıkılan reaktörün üstünü uzun yıllar boyunca güvenli şekilde izole etmesi hedeflenen bu dev çelik yapıda bir delik oluştuğu ve çatının radyasyonu engelleme kapasitesinin zayıfladığı bildirildi. Özellikle Avrupa öncülüğünde yaklaşık 1,5 milyar euro maliyetle inşa edilen bu yapının, raylar üzerinde taşınarak reaktörün üzerine yerleştirilmesi, projenin ölçeğini ve önemini ortaya koyuyordu.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın son incelemeleri, saldırının çatının ana güvenlik işlevlerine zarar verdiğini gösterdi. Ajansın değerlendirmesine göre taşıyıcı unsurlar ve izleme sistemlerinde kalıcı bir çöküş tespit edilmedi ancak bu durum, sorunun hafife alınabileceği anlamına gelmiyor. Geçici müdahaleler yapılmış olsa da uzun vadeli nükleer güvenliğin korunabilmesi için kapsamlı bir onarım süreci gerektiği vurgulanıyor.

Birleşmiş Milletler’in 14 Şubat tarihli raporunda, yüksek patlayıcı yüklü bir drone’un santrale çarparak yangına yol açtığı ve koruyucu kaplamada hasar oluşturduğu bilgisi yer aldı. Ukrayna saldırının Rusya tarafından gerçekleştirildiğini öne sürerken Moskova iddiayı reddetti. Saldırı sonrasında radyasyon seviyelerinin normal ve stabil seyrettiği, herhangi bir sızıntı tespit edilmediği de özellikle not edildi.
Karadeniz’in hassasiyeti nereden geliyor?
Karadeniz’de bu habere gösterilen ilginin arka planında güçlü bir toplumsal hafıza bulunuyor. 1986’daki felaketin ardından Sovyetler Birliği reaktörün üzerine yaklaşık 30 yıllık ömre sahip beton bir koruyucu inşa etmişti. Yeni çelik kubbe ise bu eski yapının yıllara yayılacak güvenli söküm sürecini kapsayacak şekilde tasarlandı. Bu nedenle çatının hasar alması, Karadeniz için yalnızca dış haber niteliğinde değil, geçmişin bıraktığı hassasiyet nedeniyle dikkatle izlenen bir güvenlik başlığına dönüşüyor.
Bugün için tablo acil bir radyasyon krizini işaret etmese de, onarımın hızlı, teknik olarak sağlam ve şeffaf bir biçimde yürütülmesi, hem bölgesel güven duygusu hem de uluslararası nükleer güvenlik açısından kritik görülüyor.





